Soru ve yorumlar için madammarin@gmail.com

28 Mart 2017 Salı

Grup Seks Yapmak Ya Da Yapmamak İşte Asıl Mesele

 Bir danışanım sordu: Kız arkadaşımla grup yapıyoruz, olay anında çok zevk alıyor ama sonrasında kendisini kötü hissettiğini ve pişman olduğunu söylüyor. Tekrar istemesi için ne yapmalıyım?

Bu durum çok meşakkatli gibi görünse de aslında basit bir çözümü var. Alan razı veren razı kime ne size ne? Ama biz tabularla dolu bir toplumda hep biri öğrense hakkımda ne der diye büyütüldük. Kendimizi fahişe gibi hissetmeye zorlandık, arkamızdan hep yaftalar yapıştırdı aslında ne uçlarda yaşamış, akla gelmeyen ahlaksızlıkları asıl kendisi yapmış yafta yapıştırıcılar. Asıl ahlaksızlık da budur işte, sana ne başkasının bacak arasından? Sen kendi hayatına bak, kıskanç, fesat, tipsiz olduğun için biraz güzel bir kadın görünce saldırma, iftira atma, sevgilisiyle ne yaşarsa yaşar, sen yapabilsen neler yapacaksın da yapan yok değil mi? Asıl derdin de bu zaten.

Konumuza dönelim. Bu kızın sorunu olay sonrasında kendisini kullanılmış hissetmesi, ben fahişe miyim de duygusal bağım olmayan adamlarla yatıyorum, diye düşünmesi. Grup yapmak isteyen çoğu bayan arkadaşım da aynı ikilemde kalıyor; o adamla da aramda duygu olmalı diyorlar Olmaz, olamaz! Onunla da aranda duygu olursa bu sorunların başlamasına sebep olur. Bir tarafa ilgin daha fazla yönelir, o zaman asıl sevgilinle aran bozulur yani bu olay anlık paylaşım, güven ve korunmadan ibarettir. Aynı kişilerle uzun süreli paylaşımlar yaşayabilirsin ama onları sevemezsin ve seni sevmelerini bekleyemezsin. O zaman kıskançlıklar baş gösterir ve bu keyifli olay tam bir eziyete döner. Kaldı ki sevgilin ona baktığın gibi bana bakmıyorsun neden? Diye arıza çıkartmaya başlar. Ben demiyorum ki yoldan geçen adamlarla grup yapın. Elbette tanıdığınız, bildiğniz, güvendiğiniz ve en önemlisi, bizim ülkemizde biraz zor olsa da çenesini sıkı tutacak yan partnerler bulmanız gerekir. Bu sorun çözüldüğünde de aklına kazınan o yaftalardan, biri öğrense ne olurlardan, ben kullanılıyor muyum, fahişe miyimlerden kurtulmak gerekir. Bunlar hep başkalarının üzmek için kullandıkları sözler, dediğim gibi sen onun hayatını bilsen ağzın açık kalır ama kalkar sana namus bekçiliği yapar.

Erkek tarafı için de durum böyle, sevgilsini paylaştı diye ki ben bu paylaşma sözünü de beğenmiyorum. Kimse kimseye ait değil ki paylaşılsın, herkes özgür birer bireydir. Sevgili de olsanız, eş de olsanız durum böyle. Bu adam sevgilisinin başka adamlarla sevişmesini istedi, bu durumdan haz aldı diye ona da çeşit çeşit ünvan takılır ya hani güzel ülkemizde, bu da tamamen toplum baskısı ve içimizdeki nefretin dışa vurumudur. Bu yaftaları alın siz olmayan beyninize takın. Size ne kim ne yaşamak isterse yaşar. Kısaca kimseye kulak asmayın, kimin ne dediğine aldırmayın. Onlar mutsuz hayatlarına gömülü kalıp sizi kendilerince yargılamaya devam etsinler, siz nasıl mutluysanız öyle yaşayın.

Grup sekste de bir kişiden fazlasına duygu beslemeye çalışmadan güven ve keyifle ilgilenin sadece. O zaman kimse üzülmez, olmadık beklentiler ve kıskançlıklarla olayın keyfini kaçırmaz. Şu hayatta doğru olanı sadece siz biliyorsunuz. Kendinize ve başkalarına zarar vermediği sürece istediğinizi kimseye aldırmadan yaşayın gitsin ama  güven ve hijyen çok önemli korunmayı unutmayın.

26 Mart 2017 Pazar

Düğün Hediyesi Kızlık Diktirme

 Nihayet Minel'i nişanladık. Böylece evdeki kurtulacaklar sayısı teke inmek üzere düştü. Ekimde evleniyor ve kendi evine taşınıyor. Nişan salonu bildiğiniz haremlik-selamlıktı. Çarşaflı kadınlar bile vardı. Arada sırtı açık bir ben, bir de her haliyle dikkat çeken Nuri'ciğim vardı. Nuri yi selamlık kısma almak istediler ama Nuri, benim orada ne işim var ayol deyince ellemediler, Nuri yanımda kaldı. Salonun baya bir köşesinde sadece ikimiz oturduk. Minel'e boğazına kadar kapalı bir nişan elbisesi almışlar onu giydi ama başı açıktı neyse ki. Stavros da geldi bir ara tebrik etti, gitti fazla kalmadı. Sadece Karadeniz müzikleri çalındı ve kolbastı oynadılar. Bakmak bile başımı döndürdü. Minel mutlu ama endişeli görünüyordu. Bu arada nişan masrafları bana girmedi, nişanlısıyla aralarında hallettiler. Bir ara yanıma geldi Minel ve "Marin, sence hata mı ediyorum?"Dedi. Ben de tüm içtenliğim ve aylardır yanımda yaşayan bu kızcağızın aslında ne yaşamak istediğini bildiğimden "Evet Minelciğim hata ediyorsun kafalarınız uygun değil, sen aslında özgür bir kadın olmak istiyorsun."dedim.
"Yok yok onu demiyorum, bekaret konusunda yine diktirsem mi ki yoksa anlayacak ve kötü olacak."
"Ha şu mesele, bilmem sen bilirsin."
Nuri atıldı "Dikiş tutmaz kızım artık o."
"Ne yapacağım peki evlendiğim gece?"
"Bu embesil farkı anlamaz biraz boya damlat orana olsun bitsin, ama boya organik olsun yakmasın."
"Nuri neler biliyorsun."
"Diktirsin mi kız yoksa Marin ablası sen de ödersin düğün hediyesi olarak."
Minel hevesle bana baktı.
"Düğün hediyesi mi? Eğer çok istiyorsan ki bence bu adam için değmez ama yine yaptırırız."
Minel'in o acıyarak bakan gözleri bir anda neşeyle doldu, meğerse bunu duymak istiyormuş. Boynuma sarıldı.
"Teşekkürler Marinciğim evliliğimi kurtardın."
"Ama bu sefer evlenene kadar kendini tut, yırtma dikişi."
"Tamam tamam merak etme, seni seviyorum."
Minel, hevesle sahneye çıkıp, göbek atmaya başladı. Nuri bana imalı şekilde güldü.
"Bu kız dikiş tutmaz, tutsa da alışmamış da dikiş durmaz yine bozar söylemedi deme."
"Biliyorum Nuri biliyorum. Ben düğün hediyemi vereyim de o nasıl kullanmak isterse öyle kullansın."
Biraz daha oyalanıp, çıktık. Ertesi gün başım ağrıdı gürültüden.

19 Mart 2017 Pazar

Cem Özer'le Tek Eşli Olmamaya Dair Bir Anım

 Geçenlerde beşinci evliliğini yapan Cem Özer çok eleştirildi, ona ve karısına yorumlar geldi. Bu durumda ben de tek eşliliğe inanmadığını bildiğim Cem Özer için hakikaten neden evlenmiş ki? Dedim mi dedim. Nedenleri onu ve eşini ilgilendirir tabii bana ne. Ben onunla olan bir anımı yazacağım bugün size.

Yazma hevesimin daha başlarındayım. Ortalıkta ben senaryo yazıyorum diye dolanıyorum, daha reklam sektörüne tam girmemişim. Ortak bir tanıdığımız Cem Özer le bir görüşme ayarladı. Bir arkadaşım da bu görüşmeye gideceğimi duyunca "Aman dikkat et sen tam onun tipisin" dedi. Haklıydı, adamın cidden çok oturmuş bir tipi var, beraber olduğu kadınları koyun yanyana bunlar akraba mı dersiniz. Ben de yeşil göz, kumral saç, beyaz ten, orta boy ve dolgun hatlar olarak bu genel profile fazlasıyla uymaktaydım ama aldırmadım, gittim. Üzerime mi atlayacak koskoca Cem Özer tipi olsam ne olur, olmasam ne olur. Bir oyunda sahne alacaktı o zamanlar, soğuk bir kış günü provasına gittim. Sağ olsun çok sıcak karşıladı, sanki uzun süredir tanışıkmışız gibi. Oturduk sohnet ettik. Adam ne desin bana, kendini geliştir, şu kitapları oku falan dedi. Daha elimde ona gösterebileceğim düzgün bir iş bile yokken kalkıp gitmiştim. Bir de herşeyi içine atıyorsun ama dışarıdan belli etmiyorsun içinin kan ağladığını, kan kusup kızılcık şerbeti içiyorsun demişti onu hiç unutmam. Tamamen olmasa da büyük oranda doğru, hala da öyleyimdir ama kan kusturduğum da çok olmuştur. Dedim ya o zamanlar daha çömezdim. Ellerimi falan tutuyor enerjimle ilgili de birşeyler söyledi şimdi çok net hatırlamıyorum. O zamanlar ünlü bir oyuncu bayanla evliydi adını yazmama gerek yok, zaten biliyorsunuz. Ben biraz tedirgin oldum ya biri fotoğraf çekerse diye. Adam enerjime bakıyordu desem kim inanır? Herkesin elinde cep telefonu var, fotoğraf çekiyor sonuçta. Sohbeti, kültürü, konuşması için söylenecek söz yok zaten, o konuşsun siz dinleyin istiyorsunuz. Sonra bir adam geldi masamıza o da katıldı sohbete, o gün öyle geçti.

Birkaç gün sonra aradı bir akşam üstü. "Hadi benim ofise gel, içeriz, sohbet ederiz, seni sabah eve bırakırım." dedi. Ben de o sırada biriyle yaşıyordum, yani hayatımda biri vardı tamam ben de tek eşliliği çok becerebilen biri olamadım hayatım boyunca ama o dönem onu aldatmak istemiyordum, ayrıca Cem Özer le  de o amaçla görüşmemiştim. Bir durum daha var ki ben en yeni yetme dönemlerimde bile olgun erkeklerden hoşlanmadım hep genç, hatta kendimden genç sevdim, yani çıtır sevdim, arada istisnalar oldu tabii.

"Sevgilim bekliyor, birlikte yaşıyoruz geceyi dışarıda geçiremem." gibi bir cümle kurdum, o da "o zaman sevgilini üzmeyelim." dedi. Üzmedik, sevgilimi de birbirimizi de. Bir daha da aramadı, kısa süre sonra o ünlü oyuncu eşinden boşandı. Ben biliyorum ki tek eşliliğe inanmayan, özgürlüğe inanan bir adam Cem Özer. Bir ropörtajda sevgilim başkasıyla yatabilir, bunu aldatmadan saymam demişti. Belki de cinsel ihtiyaçları ya da değişikliği aldatmadan saymıyor. Aslında bir anlamda tarafsız düşünürsek doğru da bu, hep aynı kişiyle aynı hazla birlikte olmak çok zor. Çiftler birbirlerine bu özgürlüğü tanıyorsa ki tanıyan hatta beraber bu aktiviteleri gerçekleştirenler  de var, bu onların ilişkisini daha uzun süreli ve heyecanlı kılabilir ama tam tersi yıkabilir de. Cem Özer'in fikri değişti mi bilmem, beni ilgilendirmez sonuçta biriyle evlenince ona ait olmuyorsun, başkalarından hoşlanmaya, hatta aşık olmaya bile devam edebiliyorsun. Bir anlamda savunduğu düşünceyi destekliyorum ama zor tabii uygulamak ve anlayış gösterecek bir hayat arkadaşı bulmak. Ne diyeyim mutlu olur umarım.

10 Mart 2017 Cuma

Bana Bakma Adımı Sorma Arkamdan Gelme Ama Gelirsen Memnun Olurum



 "Bana bakma, adımı sorma, arkamdan gelme ama gelmek istersen memnun olurum. Seninle yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmam, sonrasında hatırlamam. Benden seni sevmemi bekleme, aşk, sevgili olmak gibi saçmalıklar yok benim kitabımda. Ancak sevişir sonra kendi yollarımıza gideriz. Ne sen beni tanırsın ne de ben seni ta ki tekrar özleyip, isteyene kadar."

Ne güzel bir ilişki planı, acı yok, beklenti yok, sorumluluk yok sadece zevk. Aslında bu hepimizin istediği tür bir ilişki ama biz bununla yetinmeyiz. Merak ederiz; kimdi bu adam, sırrı neydi? Ne saklıyordu da böyle sınırlar çizmişti? Peşine düşeriz, sadece zevk değil hayat, içinde acı yoksa zevkin de anlamı kalmaz ve en çok acı veren de aşktır. Aşk acısızsa tatsızdır.
Biri size bana bağlanma derse, bağlanırsınız. Beni bekleme derse beklersiniz. Ben asla aşık olmam derse, size deli gibi aşık olması için uğraşırsınız. Sonuç hep hüsrandır ki zaten mutlu olursanız bu sizi daha çok mutsuz eder.
Adamın söylediği saatte, söylediği yerde olacaktım. Tenine, kokusuna karışırken adını bile sormayacaktım. Onu telefonuma Kim Ki-duk diye kayıt ettim. Kore filmlerini sever mi onu bile bilmem ama bir Kim Ki-duk filminden fırlamış gibiydik. Konuşma yok, mimikler, jestler ve sadece dokunuşlar var. Nasıl tanıştığımız biraz buğulu. Kalabalık bir bar gecesi, biraz sarhoş biraz buruk. Yumuşak sesiyle arkama yaklaştı ve " bana bakma, adımı sorma, arkamdan gelme ama gelirsen memnun olurum" dedi. Gittim…

Sonra beni yakınlarda bir eve götürdü, içeride eşya yok denecek kadar azdı. Yerde bir yatak, etrafta içki şişeleri, mumlar, duvarda eğreti duran bir tablo. Hiç konuşmadık, sadece öpüştük, sarıldık, dokunduk ve uzun süredir sevişmenin anlamını sorgulamayacağım kadar derin seviştik. Ben giyinip giderken o bana adımı sormadı, ben de söylemedim. Ben de ona sormadım, o zaten söylemeyecekti. Sadece bir kağıda numarasını yazdı ve bir kere çaldır uygun olunca seni ararım, buluşuruz. Dedi. Ben de sadece başımla onayladım. Konuşmadım giderken, veda etmedim. O da bana dönüp bakmadı.
Kapıyı açtım, dönüp baktım ona doğru. Camdan dışarı bakarken elini kaldırıp salladı bana bakmıyordu ama ona baktığımı biliyordu. Belli belirsiz gülümsedim. Severim gizemi de gizemli insanları da ben zaten bir gizemim başlı başına.

5 Mart 2017 Pazar

Sevmediğin Hiçbir Şeyde Ve Kişide Kalmak Zorunda Değilsin



 -Eh be Marin hala hazır değil misin?
Arkadaşım Şebnem kapıya dayandığında ne makyajlıydım ne de giyinik. Cumartesi gecesi için gezme planları yapılmış, arkadaşlı, sazlı sözlü. Hiç de o havada değilim de tamam demiş bulundum. İşin yoksa süslen. Neyse çok makyaj yapmam ben, genelde hafif ruj, gözlerin etrafına siyah bir çizgi yeter. Bu çizgi de bak bu gözlere bakarsan buradan çıkış yok mesajı vermek için bulunmuş erkeklere. Eyeliner çekmek için bu kadar çabaya girmezdi yoksa hiçbir kadın. Neyse giyindim, çıktık. Gideceğimiz yer, hoş, haifif müzikli bir arkadaş ortamı. İyi güzel de, masanın bir kenarında tanıdık bir yüz var. Ve ben bu yüzü gördüğüme hiç sevinmedim. Eskilerden biri…. Ne adını anmaya değer ne de yaşadıklarımızı. Kızgınlığımdan anlayacağınız gibi bana yanlış yaptı zamanında. Ben de görüşmeyi de selamı da kestim. Şimdi aynı ortamda selam versen bir dert görmezden gelsen bir dert. Arkadaşıma kızıyorum çaktırmadan.
-Bu ne arıyor burada?
-İnan geleceğini bilmiyordum Marinim.
-Ben gidiyorum.
-Olmaz, saçmalama çok komik duruma düşersin.
-Haklısın.

Haklıydı… İyi de bununla burada olmak da istemiyorum ki. Görmezden gelmek ayrı bir işkence, hele ki bakışlarını tenimde hissederken. Bir de ben bu herife onun bana yaptığı gibi yamuk yapamadım, serde akreplik var intikam alamadım, en çok da o da içime oturdu, kaldı. Ne yapayım şimdi? Burada ayağa kalkıp, kafasında şişe mi kırayım? Bu durumlarda öfkeniz ne kadar hala kanlı canlı da olsa, unutmuş, aldırmıyor görünmelisiniz ya o daha bir dert. Etraftaki arkadaşlarla kakara kikiri yapıyorum. Hatta birine biraz fazla yapmışım kız arkadaşı hemen tehlike sinyalleri çalmaya başladı, benim derdim başka halbuki.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bu yanıma geldi. Kaçarı yok gelecekti.
-Görüşmeyeli nasılsın? Neler yapıyorsun?
Bu soruya da oldum olası tilt olurum. Geleni yapıyorum kaçan da pek yok zaten.
-İyiyim, yaşamaya ve çalışmaya devam.
-Bilirim işkoliğin tekiydin.
-Evet hala öyleyim, seviyorum çalışmayı.
-Ondan yaşlanmıyorsun. Biz hayat mücadelesi, sevmediğimiz işlerde uğraş derken çöktük.
-Değiştir sen de ya da değiş bu senin elinde. Sevmediğin hiçbir şeyde kalmak zorunda değilsin.

Burada sadece onun anlayacağı bir ima vardı. Sırf parası için birlikte olduğu yaşlı bir kadın vardı hayatında ve eminim hala da vardır. Ondan çok korkuyordu bir de rahata alışmak diye bir durum var, kadın buna bakıyor neden bıraksın da benim gibi bir kadınla sırf aşk yaşayacak diye riske atsın? İşte bu onun mantığıydı. Bu yüzden duygularını saklar, ruhsuz ve tepkisiz yaşardı.
-Değişmek kolay değil, değiştirmek de.
Ben bundan intikam alacağım diye kafayı yedim ya yıllardır. Bir şey de yapamadım hep dört ayak üzerine düştü, yoksa ciddi uğraştım. O kadına mesaj ya da gizli mail atmaya çalıştım. Bunu işinden kovdurtmaya çalıştım. Hatta dövdürtmeyi bile düşündüm. Dedim ya serde akreplik olunca bazen saçmalıyor insan. Sonra baktım da zaten bu bulmuş belasını. O kadınla olduğundan mı? Karmasının kirinin etkisi mi? Mutsuzluğa mahkum bir hali vardı. Bir de ben neden uğraşıp da başımı ağrıtacaktım ki, iyi ki çok üzerinde durmamışım, ne hali varsa görsün demişim, o da görmüş.
Küçük bir intikam da almadım değil gecenin sonunda. Bana gelmek istedi, ben de olur dedim. Sonra da bir arkadaşın arabasına bindim, gittim. Giderken de buna, camdan bir bakış atıp başımı çevirdim. Vakti zamanında ben onu pür heves beklerken o bana aynısını yapmıştı. İyi oldu, o kadar da yapayım artık değil mi?

2 Mart 2017 Perşembe

Aşkla Deprem Arasında Çok Büyük Bir Fark Yok Aslında

 Nasıl denk geldiysem tanıdık bir sese, bilindik bir şiire denk geldim. İbrahim Sadri "Ben sevdim mi adam gibi severim" dediğinde daha ergenliğin sancılarını yaşayan, küçücük bir kızdım. Bedenim de, yaşım da, aklım da, ruhum da küçüktü o zamanlar. Hayallerimle İstiklal'e dalar, başımda kavak yelleriyle uçuşurdum. Tam da bu şiir yeni çıkmıştı İbrahim Sadri "denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe" derken ben de nasıl olduğunu anlamadan düştüm ateşin en yakıcı haline.  İlkti, ilk aşkım... Ne olduğunu bile anlamıyordum, adını koyamıyordum çünkü bünyem bilmiyordu bunun anlamını. Daha önce hiç tatmamıştı, yaşamamıştı. Annemle babama da soramıyordum, arkadaşlarıma da, ona da... Takip ederdim gizlice, peşinden giderdim, evden iyice uzaklaştığımda, ya da onu götürecek otobüse bindiğinde görünmeden dönerdim. Beni görüyordu, seviyordu ama küçük bir kız gibi, öyleydim de o zamanlar ama aşkım büyüktü, benden, ondan, hatta İstanbuldan bile büyüktü ama görmüyordu, bilmiyordu. Onun için acı çekiyordum hem de ne acı. Ne yanıyordu canım, kendime inkar edip duruyordum, sevmiyorum, aşk değil bu, düşünmüyorum, unuttum onu diye ama nafile. Belki de sevdiğim bu tuhaf haldi bilmiyorum. Belki de şiirde dediği gibi ben yangını seviyordum. Kendime itiraf ettikten sonra, acısına katlanmaya geldi sıra. O bana gelince mutlu oldum, uzaklaşında yine atıldım ateşin en yakan haline. Alıştım, küçücükken olgunlaştım, uykularım kaçtı, geceleri hem terledim, hem titredim. Hiçbir şey, hiç kimse beni teselli edemiyordu. En çok da kendim kendimi teselli edemiyordum. En güzel yıllarımda böyle bir acıyı halk etmiyordum. Nereden bulaşmıştı bu hastalık bana, nasıl da kapılmıştım. Onu gözümde öyle büyüttüm, öyle ulaşılmaz kıldım ki tüm mutluluğumu ona bağlı sandım, tabii ki yanıldım, hayat bana kimseye böyle bağlanmamam gerektiğini öğretecekti ama o zaman daha çok erkendi.

Onunla yaşadığım ya da yaşayamadığım ne varsa, adı da çok önemli değil, ister aşk olsun ister heves önemli olan bu değil. Ben artık bununla yaşamaya alışmıştım, acıya alışmış hatta uyuşmuştum. Üzerime sinen bir koku gibi, tenimde bir yara gibi taşıyordum bu hissi artık. Sonra bir gece tuhaf bir gürültüyle uyandım. Ayağa zor kalktım koştum annemle babamın odasına, sarıldım onlara. Bu büyük sarsıntı ve gürültü yüreğimden geliyor sandım. Artık İstanbul bile çektiğim acıya dayanamadı isyan ediyordu. Adı neydi bunun? Bu korkunun, bu yıkımın, bu sarsıntının? 17 Ağustos 1999 du tarih. Deprem... adı buydu, deprem. Onu da ilk kez tanımıştım, adını bu yüzden bilmiyordum tıpkı aşk gibi...
Taksim meydanında kalabalığa karıştığımızda bile aklım ondaydı, acaba iyi miydi? Deprem onu da sarsmış mıydı, yıkmış mıydı, beni yıktığı gibi? Aşkla deprem arasında çok da büyük bir fark yoktu aslında. Birden geliyor, sarsıyor, yıkıp geçiyordu. Sonra sen, kalıntılar ve küller arasından yeniden çıkıp ayağa kalkıyordun. Bu kez daha güçlü halde toprağa salıyordun temellerini ki başka bir deprem seni yıkamasın, aniden gelince böyle sarsmasın, yıkıntıya dönüştürmesin, küçük çatlaklarla atlat diye.

Ondan sonra derim kalın, kalbim daha sert oldu. Bu kadar incinmesine, böyle acımasına, ateşin bu kadar yalmasına  izin vermedim ama tabii ki yine yandım, yine aşka düştüm.  Ben yangını sevdim, ben seni hiç sevmedim ki ben sevdim mi adam gibi severim diye avuttum kendimi. Ve sonunda kendimi nasıl avutacağımı da öğrendim, nasıl yanılacağını da, nasıl yakılacağını da. Ve artık hepsinin adını koyabiliyordum. Tanıyordum her hissi, her acıyı, her duyguyu... Deprem gibi aniden vurduklarında şaşırmıyordum hazırlıklıydım artık. Aşk da deprem gibi aniden geliyor, yıkıyor, deviriyor ama sağlamsa temelin yine de ayakta kalıyorsun.

Yazsana Çeksene Oynasana Esra İnal

 Son eleştirim de sevgili Esra İnal'a olacak. Biz burada ünlü olalım, tanınalım da daha çok kişiye sesimizi duyuralım diye yırtınıp duuryoruz. 8 Saniye filmi ile bir anda ülkeler arası denebilecek bir şöhrete kavuşan Esra İnal bu durumu lehine kullanarak şahlanıp gitmek yerine, sessizce köşesinde duruyor. Tamam seminerlerine devam ediyor duyum alıyorum ama bu yeterli değil. 2015 de 8 Saniye gösterime girdi, çok da başarılı oldu. Hepimiz rüyalarımızı çözmeye çalışırız ve tek astral seyahat yapan da sen değilsin ben de yaptım, eminim bilerek ya da bilmeyerek yapan ve bunun ne olduğunu merak eden çok kişi olmuştıur. Açsana bir youtube kanalı ve burada bu insanları aydınlatsana. Sana garanti veriyorum üç günde milyonu bulur abone sayın. Filmin yönetmeninin evinde yaşıyordu Türkiye ye geldiğinde, hala öyle mi bilmiyorum. Bunun için hangi ülkede olduğun da önemli değil. Evinde cep telefonunla bile çekebilirsin. Ne demiş diye dinleyecek çok kişi olacağına eminim.
Ayrıca gerçekten doğal bir oyunculuk yeteneği olan biri neden başka bir yerde oyunculuk yapmadı? Teklif mi yok? Meryem Uzerli'ye nasıl teklif geliyor? Onun Türkçesi senden bozuk sen gayet iyi konuşuyorsun, bana sorarsan matah bir yeteneği de yok, ayrıca her an yine depresyona girip çekip gidecek gibi duruyor. Sen daha güven verir bir enerjiye sahipsin, sevenlerin ekranda, özellikle de tekrar sinema da görmek istiyor seni neden hala ortalarda yoksun?
Son olarak dedin ki kitap çıkartıyorum. Bu ülkedeki en büyük engeli aştın. Yabancı ülkelerde önce kitabın çıkar, sonra ünlü olursun, bizde tam tersidir. Önce ünlü olacaksın ki kitabın çıksın. Bilindik yayın evleri ancak böyle peşine düşer, eminim sana tanınmış birkaçından teklif gelmiştir, hazır okurların da mevcut. Sen ne yazsan alır okurlar. Hepimiz bilinmeyeni bilme derdindeyiz ve bize umut verecek sözler duymaya açız. Bu yüzden sen ne yazsan alınır ve okunur. Yazsana, çeksene, oynasana... Nerdesin?

Seninle Görüşmüyorum Çünkü...

 Güne eleştirilerle başladık madem devam edelim. Ben kendime bir misyon edindim, aslında bu misyonu bana siz yüklediniz. Birden kendimi ilişki ve cinsel yaşam koçu olarak buldum. Sevdim de bu durumu. Bloğumu yazmaya başladığımda sadece içimde kalanları, içime attıklarımı yazmaktı amacım. Biraz da anı biriktirmek, geçmişi yad etmek, vay be neler yaşamışım demekti. Öyle de oldu, ben yazdıkça siz keşfettiniz baktım ki çok sevildi, sorular geldi, iki gün yazmasam yeni yazıyı bekliyoruz demeye başladınız bu da beni çok mutlu etti. Özellikle bayan okurlarımdan gelen bana sevgilim böyle davrandı, şunu yaptı, ne yapayım? sorularını, kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak, tamamen hayat tecrübemle yanıtladım. Yardımcı oldum elimden geldiğince, olmaya çalıştım. Bazen öyle sorular geldi ki sizden, oturup araştırma yaptım, doktorlarla görüştüm çünkü ben işimi ciddiye alırım.

Sosyal medya hesaplarında da bloğumu sonra bu misyonumu tanıtır, daha çok okunmayı sağlar paylaşımlarda bulundum, bulunuyorum. Çağı yakalamak gerek, geride durursan geri kalırsın herşeyden. YALNIZ'ın yazılışını belki yüzlerce kez öğretmeye çalıştım. Ve hepinizden gelen mesajlara mümkün olduğunca cevap verdim, çünkü bana ihtiyacınız vardı, yalnızdınız! soru soracaktınız.

Gelelim eleştirime, ben cevap verdim diye elbetteki karşı cinsten arkadaşlar, bir iki kadın da oldu ama uyarınca üstelemediler; benimle buluşma, tanışma, kimliğimi öğrenme, seks muhabbetleri yapma derdine düştüler. Evet espirili olarak seksi tweetler de attım bazen ama onlarda da bir eleştiri, bir amaç, bir mesaj vardı. Asla bir yerlerimi çekip de orada sergilemedim. Mesajlarda cinsel mevzulara girmedim. Sen ne seversin? Nereni beğenirsin? Sevdiğin posizyon? En son ne zaman yaptın? gibi.. Bunlar benim özelim, ben orada birini aramıyorum, bana gelen penis fotoğraflarına gülüyor, eğleniyorum. Hatta bununla ilgili espiriler de yapıyorum ama görünce etkilenip hadi sevişelim demiyorum. Zaten diyecek bir kültür yapım ve yoksunluğum da yok. Zor beğenen, zor alışan, zor güvenen biriyim. Lütfen siz de öyle olun. Bir mesaja cevap verdim ve sonra muhabbet istediği yere gitmedi diye öfkelenip takibi bırakanlar, sen de diğerleri gibisin diyenler için son kez yazıyorum. Sizinle buluşmayacağım, görüşmeyeceğim, sevişmeyeceğim, boşuna geceleri "uyudun mu?" diye mesaj atmayın uyurum uyumam size ne, seks muhabbeti de yapmayacağım. Görüşme ihtimalimiz şöyle var: Kitabım çıkar, söyleşim olur, yani iş amaçlı genel bir toplantı olur anca orada karşı karşıya geliriz ki ben daha çok  uzun bir süre yüzümü gizlemeyi planlıyorum.
Beni okumaya ve takibe devam edecekseniz, bu durumu aklınızdan çıkartmadan ve başka beklentilere düşmeden devam edin lütfen.

Kimler Geldi Kimler Geçti

   Kimler Geldi Kimler Geçti… Benim hayatımdan değil oralara hiç girmeyelim.   Netflix’teki diziden bahsediyorum. Serenay Sarıkaya’nın Leyla...